Perşembe, Kasım 05, 2015

Hayallerinizin peşinden gidin

*Yaşım 52

*Yaşadıklarım yaşımdan katbekat çok.

*İnsan yavrusu olarak geldiğim dünyada, şükür iyi insan olma özelliklerini edinebildim.

*Canım acırdı çok vedalardan içim parçalanırdı ama artık vedaların siyahi tonunu benimsedim.

*Zehir gibi hatalarımın acı bedellerini ödedim.

*Zorluydu yolculuklarım ama hiç yolun yarısından dönmedim.

*İnsanın neden bu kadar kötü olmak için çabaladığını ve neden kibirlendiğini
ne ettiysem bir türlü öğrenemedim.

*Ele avuca gelmez deli gönlümü birkaç kez aşk tuzağına ittim.

*Az gittim, uz gittim, eğri gittim düz gittim ömrümün epeyce bir zamanını Amerika Kıtası'nda sevgili Colomb'la bir akrabalığımız varmı diye araştırmakla geçirdim.

*Dünyalık şeyler için çok fazla debelenmedim. Kızarmış ekmek kokan bir evim, sevip koklayabildiğim aile fertlerim, sığındığım güvenli dost kollarım, bahçemde kedim köpeğim ve onlara şarkı söyleyebilen ben. Sorsalar mutluluğu böyle tarif ederim.

*Meyvesini yediğim ağaca, oturduğum evlere, dar anlarımda bilerek bilmeyerek bana yardım edenlere, eskidiği için ayrıldığım eşyalara hep teşekkür ettim bana yaşattıkları için.

*Zaman zaman olmayacak duaya amin deyip durdum ve olsun diye keçi gibi inat ettim.

*Sevgiyi  her canlıda oluşturduğu mucizelerden ötürü yüreğimden hiç eksik etmedim. 
Sevdim hiçbir canlıyı ayırt etmeden hep sevdim.

*Bir kız çocuğunu insanlığa iyi biri olarak büyüttüm.

*Dünyayı güzelliğin kurtaracağına, yardımlaşmanın olağanüstü gücüne ve iyiliğin bulaşıcı olduğuna inancımı hiç yitirmedim.

*Çok kavga ettim hayatla bana adil davranmadığı için, bazen onu adaletsizliğine pişman ettim.

*Asiydim deli dolu, sıradanlığı hiç kabul etmedim. Hep olumsuz giden şeyleri değiştirmek için mücadele ettim, olumlu gidenlerde bayram ettim.

*O kadar çokum ki; çokluklarımın işe yaramayanlarını törpüyle hiza ettim, işe yarayanlarıyla bu hayatı kendime ve sevdiklerime armağan ettim.

*Gözümü budaktan hiç sakınmadım ve istediğim her şeyi elde ettim. Edemediklerimi "vardır bi hayır olmamasında" diye kabul etmeyi orta yaşta öğrendim

*Sonra ağır çalışmaktan ve yalnızlıktan yorulan ruhumu ve bedenimi
3 sene gibi nadasa çektim.

Ve şimdi!

En büyük hayalim gezmekti uzun zamandır. Sırt çantamı yüklenip, dilime aşk ve özgürlük türküleri dolayıp yollara düştüm. Gezilerimin ilkini Kapadokya ile gerçekleştirip, niye bu güne kadar ihmal ettim seni ey Kapadokya diye başımın etini didik didik ettikten sonra bu mevsimde orda olabilirlermiş "pembe flamingoları" görmek için Gökçeada'ya hareket ettim. Hayalimi gerçekleştirmenin keyfiyle otobüste birçok kişiye yerini bulması için yardım ettim.

Biraz zaman alsa bile vazgeçmeyip hayallerinizin peşinden gidin  ricalarımı, dileklerimi ve dualarımı hepinize gönderdim.  "Lütfen kabul buyurun efendim!"

Hayallerim ve sevgimle!♡

Cumartesi, Ekim 17, 2015

Oğlum barış isterdi

Çok canımız yandı son zamanlarda çok! Üstüste verdiğimiz şehitler, canlı bombalarla yok edilen gençlerimiz, ülkedeki gerginlikler ve en son Ankara patlamasının ardından korkunç sayılabilecek sayıda ölenlerimizle iyice keyifsiz hale geldik. Yine gülmez oldu suratlarımız valla, başardılar yine koca bir toplumu mutsuz etmeyi.

barış güvercini uçsun dünyada images ile ilgili görsel sonucu
Ankara'da barış mitingindeki patlamada bir yığın genceciklerimiz, babasının elindeki minicik çocuğumuz ve daha ne çok insanımızın kanı bulaştı elimize yüzümüze, içimiz onlarla beraber parçalandı!

Sosyal medyada bazı insanlar ne işi varmış onların orda dediler, kimileri daha ileri giderek hakettiklerini yaşadılar diye söylendiler, saygı duruşunda ıslık çalarak protesto ettiler ne acı ki! Böyle büyük bir acı karşısında bile taraflı davrananlarımız oldu ne yazıkki! 

Ben ölen insanların arkasından artık tek kelime edilmez öğretisiyle büyüdüm, dinimiz böyle gerektirirmiş annem böyle söylerdi. Hangi ara bu kadar kötü oldu dini bütün  toplumumuz bilemiyorum ama artık ne ölüye ne de diriye saygımız kalmamış ve iyice zalim olmuşuz bunu cok iyi biliyorum.

Geçen gün o patlamada evladını yitiren bir annenin mektubunu okudum, inanın nefesim daraldı boğuluyorum sandım, kalbim sıkıştı acıdan ağlamaktan gözlerim  şişti.  
Acının sağı solu; dini dinsizliği olmaz. Acının Türkü, Kürdü, Alevisi olmaz. Ülkesi olmaz; cinsiyeti hiç olmaz acının ve  paylaşıldığında azalır, lütfen birbirimizin acısına yabancı olmayalım diyor ve sizi anne mektubuyla başbaşa bırakıyorum.


Sevginin, sarılmanın, gülmelerin, yardımlaşmanın, hoşgörünün, barışın, yani sözün kısası insanca yaşayacağımız bir ülkenin düşündeyim, gerçek olması dileğimle.

Çarşamba, Eylül 30, 2015

O iyi insanlar o güzel atlara binip gitmesinler lütfen

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, cinler de cirit oynarmış eski hamam içinde. Deve tellal pire de berber iken büyüklerimiz bizim beşiğimizi tıngır mıngır sallarken; insanlar birbirlerine ve diğer canlılara hiç tereddüt etmeden, karşılık beklemeden, içinden geldiği gibi iyilikler edermiş, nerdeyse yemek içmek kadar doğalmış iyilik etmek. İyi insanlar o kadar çokmuş ki; olmayanlar kendilerini yalnız hissedip iyiliğin yolunu seçermiş.



Gel zaman git zaman, uzun yıllardan sonra insanlar çok büyük değişime uğrayıp artık birbirlerine yakın, ilgili ve sevgili olmamaya başlamış. Hatta bile bile zarar vermeye başlamışlar birbirlerine ve etraflarındaki her canlıya. Bencillik almış başını gitmiş. Hırslarına ve isteklerine yenilip her şeyin kendilerine ait olmasını istemişler. Bir de kibir aman allahım sanki dünyayı o kibirli insanlar yaratmış. Dostluk gitmiş her şey mal mülk, her şey para pul olmuş!  Kendilerine benzemeyenleri acımasızca ezip yok eder olmuş dünyadaki en akıllı canlı olduğunu sanan insancıklar.

Hatta birbirlerine yardım edenlere de "salak" damgasını  yapıştırır olmuşlar.

Bu arada bazı akıllı insanlar da boş durmamış ve ne oldu bu eski iyi insanlara, ne oldu onca iyiliğe, nerelere yok oldu diyerek düşünüp, "o iyi insanlar beyaz atlara binip gittiler" belki de diye üzülmüşler. Ama üzülmek çözüm getirmediğinden hemen toparlanıp  iyilerin ve iyilikleri yapanların ortak özelliklerini bulmak için epey bir insanda gözlem yapmışlar. Ortaya böyle şahane ve çok kolay uygulanabilir özellikler çıkmış.





Ekşi Sözlük yazarları "İyi insanların ortak özellikleri"

* Pencere pervazına  veya balkona kuslar icin ekmek koyarlar.
* Sokak hayvanlarını beslerler ve severler.
* Evlerinde baktıkları çiçeklerle konuşurlar.
* İnsanları ırk, renk, dil, din ve cinsiyetlerine göre ayırmazlar.
* Çevrelerindeki fakir fukarayı gözetirler.
* Para ve iktidar hırsları yoktur.
* İyi insan olmalarından mütevellit, toplum tarafından enayi, salak, kılıbık, ibne gibi yaftalamalara   maruz kalıp ses etmezler.
* Başkalarına rahatsızlık vermemek için didinirler.
* Dostların zor gününde ilk omuz olurlar.
* Bir gün toprak olacaklarını  bildikleri için ona göre yaşarlar.
* İçlerinde kibir, riya bulunmaz.
* Zenginliğin çok parada değil,  o çok parayı dağıtabilmekte olduğunu bilirler.
* Yoklukta şükrederler.
* Varlıkta dağıtırlar.
* Nefisleri köleleridir.
Masal bu  ya; o kadar çok insan okumuş ve o kadar çok iyilik yapan olmuşki, dünyada o günden bu yana "iyilik" en bulaşıcı şey olmuş. Bulaşmış, bulaşmış ve bütün dünyayı sarmış, insanoğlu o günden sonra bütün canlılarla beraber mutlu mesut yaşamış.

Cumartesi, Ağustos 08, 2015

Avokado nasıl yetiştirilir

Evet Sevgili Canlar,

Yazıma başlamadan önce hepinizi sevgiyle selamlar küçüklerin gözlerinden, büyüklerin ellerinden öperim. Mektup kıvamında başlayan yazıma geçmeden önce beni soracak olursanız hamdolsun iyiyim der ve fazla cıvımadan asıl konuya geçerim!

Uzun zaman önce gittiğim bir İspanyol kafesinde filizlenmiş bir bitkinin ne olduğunu ve nasıl olduğunu öğrenip bir yığın avokado yetiştirip doğaya armağan etmiştim. Onun bize verdiklerinin yanında hiç kalır benimkiler ama yine de çok sevinmişti doğa ana. Yeri gelmişken söylemek istiyorum; hiçbir meyve çekirdeğini çöpe atmam ben, ya filizlendirir bir yere ekerim ya da yürüyüş yaptığım yollarda oraya buraya atarım olur da tutar, tutmazsa bir başka canlıya yem olur diye.

3

2

1



Yem olma konusuna dair çok yeni ve çok güzel bir anım var yakın zamanda yaşadığım yazmassam çatlarım. Kanaryamız var, onun kafesini temizlediğimde kafesteki yemleri sürekli yemek verdiğim kuşlarım var onlara atarım. Birkaç gün önce kuşları beslerken minicik yapraklı lahanaya benzeyen bir şeylerin büyüdüğünü gördüm bahçede. Küçücük boylu, boyundan büyük yaprağıyla bir sebze büyüyor ama nasıl olur ekmediğim bir şey büyür diye düşünürken test ettim ve brokoli olduğunu anladım. Kuşun yemini aldığımız yere sordum brokoli tohumu varmı bu yemlerin icinde diye, evet cevabını alınca anladım dışarıya attıklarımın içinde kalan tohumlar brokoli fidanı olarak büyüyorlar şimdi, bir yığın kuş ordan beslenecek. Valla ağladım mutluluktan!

Konu Mısır Piramitleri'ne gitmeden ben avokadoya döneyim.

Geçenlerde kızım elinde iki avokadoyla gelip bunları filizlendirelim, bahçeme ekerim deyince, bahçıvan geldi hanım deyip işe koyuldum. Yakında bahçeli bir yere taşınma durumları var biz çeyiz yerine bahçe düzüyoruz. Tersine işliyor bizde her şey!

Şu anda bunu yazarken çok hoşlandığımı farkettim bu hediye ağaç işinden. Evlenenlere filizlendirdiğim ağaçlardan hediye etsem onlarda gidip bir yere ekseler, bana kibarlıktan "kulakları küpeli" derler değilmi, deli diyemedikleri için!

Avokado nasıl filizlendirilir deneyimiz başladı!

Çarşıdan aldığınız bir tane, eve geldiniz hala bir tane olan avokadoya; ben seni büyütüp çoğaltıp bin tane yapmazsam ne olayım diye meydan okumakla başlıyoruz işe. Çekirdeğini zedelemeden çıkartıyoruz ve yan tarafta batır beni o çekirdeğe ve çuvaldızı da kendine diye çığlık atan 3 tane kürdanı resim 1'de gördüğünüz gibi batırıyoruz. Sonra bir kavanoz ya da bir bardağın içine su koyup avokadoyu da içine koyuyoruz. Arada suyunu ekleyip, tazeleyip mutfakta ya da evinizin güneş gören bir yerinde baş konuk olarak oturtuyoruz. Kendileri öyle 2 ay falan oturabilir hiç sıkılmadan suyun icinde, biz de sıkılmadan en güzel aşk zor olanmış şarkısını söyleyerek bekliyoruz!

Veee.....O muhteşem gün geliyor pıtdadanak sevgili çekirdeğimiz alttan kök veriyor, resim 2'deki gibi, sonra üstten gövde olacak o kıl kadar filizi veriyor, resim 3.  Tabi ki sevinçten partiler veresiniz geliyor!

İster bir saksıya ekin, bahçeniz varsa tabi ki bahçeye ekin olağanüstü bir duygu olan gelişimini gözlemleyin. Sonra da o avokadonuzun meyvesini yerken benim kulaklarımı çınlatın.

Bir dahaki paylaşıma kadar hepinize sağlık, sıhhat ve bol yeşil günler dilerim, sevgimle!

Pazar, Temmuz 19, 2015

İyiliği bulaştıralım

Biraz sevgiyle, biraz özenle, biraz da anlayışla her şeyin çok güzelleşeceğine inananlardanım ben. Karşılık beklemeden yapılan her iyiliğin, insanın mutlu olmasına sebep olduğuna inanırım. Hele hele bu iyilikleri bulaştırırsak çevremizdekilere, mutluluğun katlanarak çoğalacağına ve bizi sarıp sarmayalacağına çok daha fazla inanırım. Size ütopik gelecek belki ama, benim inancım budur!
İyiliği bulaştırmaktan yanayım.



İyiliği bulaştırmak için
* Eski bayramları anarız, özleriz ama artık bilmemiz gereken bir şey vardır ki; eskileri geri getiremeyiz. O zaman ne yapmalıyız diyecek olursanız cevabım; bugünü güzelleştirelim biraz çaba göstererek derim. Mesela artık bayramlarda bizimle olamayan büyüklerimize üzülmek  yerine gidip bir kimsesizler evini ziyaret edelim, soralım danışmaya ziyaretcisi olmayan kim diye ve onu eskiden bir komşusunun çocuğuymuş gibi ziyaret edelim, nasıl olsa hatırlamayacak ama mutlu olacaktır. Bunu mümkünse çocuklarımızla beraber yapıp onlara da bulaştıralım, bizden sonra iyilik bayrağını devralacak çocuklarımızla lütfen. Düşüncesi bile iyi geldi değilmi, itiraf edin!

*Bir yığın çocuk sokaklarda ya da çocuk yuvasında. Elimizdeki imkanlarla onlara küçücükte olsa hediyeler hazırlayalım, bayram gibi ya da diğer özel günlerde bu hediyeleri onlara götürelim. Çocukların destek ailesi olalım bazı hafta sonları onları evimize alıp, aile sevgisini tadacağı ortamı oluşturup, gelecekteki hayatını sağlam tutacak tuğlalarından biri olalım ne dersiniz.
Gözlerinizi kapayın ve çocuk evlerinde yaşayan bir çocuk için bu duygu ne demek  bir hissetmeyi deneyin lütfen!

*Yaşlı bir insanı karşıdan karşıya geçirmeyi, toplu taşıma araçlarında onlara ve hamile insanlara yer vermeyi unutmayalım lütfen. Ne kadar yorgun olursak olalım onlardan daha çok yorgun olamayız. Ağlayan birini gördüğümüzde ya da düşen birine bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sormak bir dakikamızı almaz ama o insanlara kendini uzun süre iyi hissettirebilir.

* Kaba kuvvetin gerekli olmadığını, konuşarak her şeyin hallolabileceğini öğrenip, çokça insana öğretebilirsek alın size mutlu olmak için bir sebep daha derim. Eğitim sistemindeki ezbercilik bunu öğretmiyor, biz öğrenip öğretelim ve bulaştıralım bunu da çevremize, çünkü biz iki kelimede çılgınlaşıp, üç kelimede insan öldüren bir toplumun insanıyız, bunu hatırlayıp bilmeden de olsa bir canı kurtaralım.

* Mesela şiddetten kaçarak kadın sığınma evlerinde yaşayan kadınların yaşamının neresinden tutabilirim, hangi şekilde iyiliğim dokunur onlara diye düşünmek bile heyecanlandırıyor beni. Bir kadının, şiddetten kaçan bir kadının yaşamına bir nebze olsun iyilik getirmek kutsal bir görev gibi geliyor bana.

* Büyükten küçüğe ne teşekkür etmeyi, ne rica etmeyi, ne de lütfen demeyi biliyoruz. Kendimize bir iyilik yapalım ve bu konuyu hızla bulaştıralım ne olur!

* Kuyruklarda beklerken biraz uzun beklemenin dünyanın sonu olmadığını, bu beklemeyi sessizce yapmanın  medeni  olmanın bir parçası olduğunu hatırlayarak agresifleşmemeyi ve "oflayıp puflayarak" hiçbir şey halledemeyeceğimizi biran önce kendimize ve çevremizdekilere bulaştırırsak hayat bayram olur bence. Ben her kuyruğa girdiğimde ensemde bir nefesin oflamasından nefret ediyorum inanın.

* Bir plastik şişe bin yılda yok oluyor, hiçbirimiz bu kadar yaşamayacağımız içinmi umursamıyoruz bu konuyu acaba! Geri dönüşümü öğrenip, uygulayıp ve çevremizdekilere de anlatmayı acil yapılacak işlerimizin arasına ekleyelim ne olur. Benim işimmi demeyelim, temizlik görevinde çalışanların işi, aldıkları maaşa göre çok ağır bizim ülkemizde inanın, her şeyi onlardan beklemeden mahallemizdeki çöplerden başlayalım mesela ve bunu çocuklara bulaştıralım lütfen!

* Çocuklar hayvanlardan korkmaz, anne babalarından öğrenirler onlardan korkmayı. Çocuklarımıza korkmayı öğreteceğimize, onlardan korkmamayı öğrensek ve aynı yeryüzünün misafiri olarak o canları üzmeden daha fazla işkence etmeden mutlu mesut yaşasak diyorum. Bu iyiliği önce kendimize yapsak, sonra da bulaştırabildiğimiz kadar çok insana bulaştırsak çifte kavrulmuş lokum tadında olur yaşamımız diye düşünüyorum.

Herkes gibi davranmak çok kolay inanın, hadi gelin biz farklı davranalım. En fazla "Delidir ne yapsa yeridir." derler.  Tek başıma ne yapabilirim diye düşünmeden, iyiliği bulaştırmada çok faydalı olabiliceğimize inanarak bir adım atalım; eminim birisi, birisi daha ve birileri bir gün bizimle aynı adımı atacaklardır.
Hepimize iyiliğin bulaştığı hayatlar diliyorum, sevgimle!

Pazar, Temmuz 12, 2015

Her fotoğrafın bir hikayesi var

Çok üzgün olduğum bir gündü, yine hayatın altını üstüne getirdiğim günlerden bir gün.
Çok sevdiğim, gencecik yaşta kaybettiğim canlarımdan birinin 27 senedir hiç görmediğim bir resmini ummadığım bir anda gözümün önünde görünce, aldığım nefesten bile nefret ettiğim bir gündü!
Ölüm acısını yine bütün hücrelerime kadar hissedip, adaletsizliğinden çokça payını aldığım hayata, küfürlerimi bol bol savurduğum pis bir gündü.  Çok uğraştım hafif atlatmak için o günü ama başarılı olamadım ne yaptıysam fayda etmedi, kendimi bir türlü hayatın içine sokamadım o gün ve ondan sonraki birkaç gün.


Ev dar, duvarlar üzerime üzerime geldi ve kendimi şakır şakır yağan yağmurda sokağa attım. Kibarca gözyaşlarım sicim gibi aktı yanaklarımdan demek isterdim ama öyle olmadı, böğüre böğüre ağlayarak yürüdüm uzun bir süre.  Sonunda hırpalanan ruhuma ve bedenime huzur vermek için yürüdüğüm ormanda bulduğum üstü kapalı ilk banka oturdum ve beni rahatlatacağından emin olduğum doğayı incelemeye koyuldum. Biliyorum doğadan bana muhteşem bir hediye gelecekti onu arıyordum.

Geldi de!
Yukarda gördüğünüz resim, öyle duygularla yaşanan bir günün içinden geldi!
Bayıldığım yağmur damlalarının yapraklarla buluşmuş haline ve  örümcek ağı sayesinde havada asılı duran damlacıklara baktığımda inandım ki; "her fotoğrafın bir hikayesi var".  Boşuna bazılarında dakikalarca takılı kalmıyoruz, hikayeleri derin çünkü. Benim bu fotoğrafımda  da o günkü hikayem var, yıllar sonra baktığımda;  "bir resim bin söze bedel" aslında diyeceğim.

Hikayelerin bol sevinçli, gözyaşlarının gülmeden kaynaklandığı ve fotoğrafların guzel anılarla dolup taştığı bir hayat diliyorum sevgili okuyanlara.

Pazar, Haziran 28, 2015

Doğanın gücü

Sevgili canlar, son zamanlarda çektiğim doğa resimlerinin içinde birkaç tanesi var ki; beni benden aldı resmen. Bunları hem sizinle paylaşıp hem de doğaya ne büyük haksızlıklar yapıyoruz, dertleşmek istedim.

Mesela bu resimde ne yapıp edip ben burda büyüyeceğim  diyen bir direnişçinin hikayesi var, evin çatısındaki oluğun içinde büyümüş ve ağaç olma yolunda ilerleyen küçük direnişçi  bize rağmen direniyor. Bu güzelliğin yaşam mücadelesini görünce, insanın kibirinden bir kez daha çok ürktüm. Hiç gözümüzü kırpmadan kestiğimiz ağaçlar, yok ettiğimiz ormanlar ve soyunu tükettiğimiz canlılardan bin kez özür dilerim açgözlülüğümüz için. 



Alttaki üç resmi çekerken tüylerim ürperdi inanın. O kadar muhteşem bir iş çıkarmışki örumcekle doğa ana birlikte, dakikalarca ayrılamadım  bu guzelliklerin yanından. Oya gibi örülmüş ağ ve yağmur damlalarıyla oluşan muhteşem sanat eseri. Allah aşkına hangi insan yapabilir bu muhteşem eseri sorarım size?

Doğanın bütünlüğünü bozmak için büyük bir güçle uğraşıyoruz, büyük küçük her canlının, çiçeğin böceğin bu bütünün bir halkası olduğunu unutarak.


Bedenimizin bile sahibi değilken, doğa ananın bize sunduğu güzelliklerin tek sahibi bizmişiz gibi yok edenlerden ve bütün bunları biraz daha lüks yaşamak için yapan insanlardan, sevmediğim halde bu duyguyu ruhumda barındırmayı, "nefret ediyorum".


Eskiden bulduğumuz boş arsalara binalar dikerdik, şimdi boş arsa kalmadığı için ormanları yok ederek yerine çirkin çirkin betonlar dikiyoruz. Kendi ellerimizle sonumuzu hazırlıyoruz haberimiz yok. Çok zalimiz biz insanlar çok!


Aşağıdaki resimde kökünde bir yığın hayat barındıran bu güzelliği, bir insanın sırf kendi çıkarı için gereksiz yere neden yok ettiğini düşünürken "küt"  diye aklıma sorunun sevgisizlikten kaynaklandığı cevabı geliyor. Sevgisiz büyütülen  insanlarda olan "şiddet" bu, yok etme duygusu. Her canlıya zarar verebilir böyle insanlar, ağaçmış, hayvanmış, kadınmış, çocukmuş hiç önemli değildir onlar için, sevmeyi bilmezler çünkü. Yok etme meyilleri vardır. Çocuklarımıza her şeyden önce sevgiyi öğretmeliyiz, kayıtsız şartsız her canlıyı sevmeyi, yoksa;  "Doğayla savaş halindeyiz, eğer kazanırsak kaybedeceğiz." demiş Hubert Reeves,  kaybedeceğiz gerçekten.












Çarşamba, Haziran 17, 2015

Boşver Be Yaşı Başı


Her şey benim kütüphane görevlisinden kitabı alıp, masada tek başına oturan yaşlıca adama yanınıza oturabilirmiyim diye sormamla başladı. Adamın gözleri açılıp büyük bir keyifle tabi ki dediği anda anladım o kitabı okumanın hayal olduğunu, konuşacaktı o biliyorum o sevinen gözlerin neden parladığını biliyodum ben.



Dakika bir gol bir, Rus olup olmadığımı sordu ve aldığı cevapla pek mutlu olmasada konuşmaya devam etti.  Bu arada ben bir iki kelam etmeye kalktım ama havada boş baloncuklar gibi savruldu cümlelerim, teslim oldum dinliyorum. 



Amcam 75  yaşında ve mühendis olduğunu söyledikten sonra biraz ailesini anlattı. Eşini sormasam hiç o konuya gelmeyecek ama iki kez üst üste sorunca mecburen cevapladı.  Eşi  uzun zaman önce kanser olmuş ve kurtulmus ama ilişkileri uzun zamandır kardeş modundaymış. 


Hayatla ilgili uzman kadar  bilgili  olması muhabbeti çok güzelleştirdi. Örnekleri ve tavsiyeleri ciddiye alınması gereken şeylerdi. Epeyce süren konuşmadan edindiklerim çok güzel olsa da kafamı emme basma tulumba gibi sürekli sallamaktan ve "hı hı" demekten yoruldum. Tam kalkmayı düşünürken amca bana telefon numarasını verip üzerine bir de, Brad Pitt edalarında hangi saatlerde arayabileceğim talimatını verince, gitmem gerekiyor deyip masadan kalktım. 

Öncelikle 75 yaşındaki insanın  kütüphanede hala yeni bir şeyler öğrenme isteğine bayildim. Benden 23 yaş büyük olan birinin, benim hadi canım bu yaştan sonra mümkün değil yaşamak dediklerimi yaşadığı için hafif kıskandım, hafif kendime kızdım ama ben bu muhabbetten almam gerekenleri aldım.

Hayatta yaşadığımız her şeyin bir sebebi olduğuna inanıyorum ve hiçbir şeyin tesadüf olmadığına. Çapkın amca etkileyici konuşmasıyla kendine yatırım yapmak isterken bir şeyin farkında değildi. Bu muhabbet benim uzun zamandır hayatımla ilgili alamadığım kararların alınması için yaşandı, onun günü değildi bugün. Epeydir kafamı kurcalayan soruların cevaplarını ve tam nereden geldiğini bilmediğim keyifsizliğimin adresini buldum onun sayesinde, sağolsun amca bilmeden hayatıma dokundu.

Amcadan aldığım hayat dersleri  

* Hayat asla ve asla ertelenmeyecek. Ne olursa olsun birinci sırada hep kendin olacaksın.
* Kimseye sonsuz güven duymayacaksın, yoksa üzülürsün.
* Aşk yahu aşk, aşk yaşamalı insan diyor. Hangi yaşta olursa olsun sevgi iyi gelir insana deyip beni utandırıyor kendimden.
* Üzüldüğün zamanlar güldüğün zamanlardan fazlaysa hayatını gözden geçirmen lazım deyip beni sersemletiyor.
* Canın ne yapmak isterse onu yap. Kendin için yaşa, başkalarını boşver diyor! 

Yaşlı çapkından aldığım sağlı sollu darbelerden sonra, ertelediğim ne varsa yapmak için kendime söz verip, bu yazıyı yazmaya hazırlanırken internette bir dostumun paylaştığı Can Yücel'in  "Boşver Be Yaşı Başı" şiirini görmek, pastanın üzerine vişneyi yerleştirmek gibi geldi bana.

Kendi hayatımda uygulayacaklarım

* Her yerde aşktan, sevgiden söz ederken cır cır öten ve sevginin en önemli ilaç olduğunu savunan ben, iş uygulamaya gelince kaçacak delik arıyorum. Uygulanacaklar listemin en başında önce bana ve benim gibi isteyen herkese muhteşem aşklar diliyorum tüm kalbimle, sonra da dilemekle kalmamasını...

* Çok severim gezmeyi, yeni yerler görmeyi ve yeni insanlar tanımayı. Uzun zamandır bir türlü karar verip görmek istediğim yerlere gitmeyip hep erteliyordum! Hemen başlayacağım ertelediğim gezilerime.Mesela Türkiye'de Kapadokya'ya gitmemiş olmak ayıp gibi geliyor bana, bu ayıptan biran önce kurtulmalıyım. Seyahatlerimi burdan paylasacagim sizlerle.

* İnsanlara güvenim yok denecek kadar az olduğu için kimsenin beni bu yaştan sonra çok üzebileceğini sanmıyorum. Bir daha kazanabilirmiyim o güveni geri, valla bilmiyorum. 

* Gülmeler epeydir azalmıştı, derhal eski kıvamına gelecek gülmelerim, ağızlar dolusu gülünecek mümkün olan her fırsatta.


Sevgili arkadaşlarım bir örnek vermek gerekirse: Düşünün ki Alaaddin'in  Sihirli Lambası'ndan cin çıktı ve dileğin nedir diye soruyor, ona bekle biraz sonra söyliycem dermiyiz, demeyiz değilmi! Hayatımızda böyle işte, bekletmemeliyiz!  Hangi yaşta olursak olalım istediklerimizi yaşamalıyız. Olumsuz kalıplara sokmayıp, yarına garantimiz olmadığını bilerek, yaşamak için bize verilen tek şansımızı iyi kullanmalıyız.

Sevgimle♡

Bir tavsiye notuhttp://www.dailymotion.com/upload çok rica ediyorum şiiri burdan dinleyin, ya da okuyun, harika bir şiir bayılacaksınız. Yazanıyla ilgili karışıklık oldugu soyleniyor, ben takmadım çünkü hissettirdikleri idi önemli olan.

Pazar, Mayıs 10, 2015

Annesi olmaktan gururlandığım

Bana sorsanız hayattaki en büyük üzüntün nedir diye, annemi küçükken kaybetmem derim.  Çok küçüktüm dağlar kadar yüksek, okyanuslar gibi derin bu acıyla nasıl başedeceğimi bilemedim. Özellikle anneler gününde daha da hissedilen bu acının büyüdükçe dağlarını tepe, okyanuslarını  deniz yapabildim ama o yokluğun acı verme halini hiç yok edemedim.
İkinci soru olarak peki en büyük sevincin ne diye sorsanız, kızım derim! Dünyadaki en güçlü duyguların başında gelen annelik duygusunu tattığım gün sanırım en sevinçli günümdü.Hayatımdaki en büyük üzüntüm annesizlik, en büyük sevincim anneliğimse bu yazımı yokluğuyla üzüldüğüm anneme değil, varlığıyla mutlu olduğum sevinç duyduğum kızıma yazacağım.


Varlığına şükürler olsun dediğim kınalı kuzum...
* 15 gün erken geldiğin ve bir bebekten beklenen erken zamanda "agu" dediğin için başladı seninle ilk gururum.  Hele bir de erkenden çıkan o kırık pirinç tanesi dişlerini gördüğüm zaman ağzında elmas madeni bulmuş gibi sevindiğim..
* Düşe kalka öğrendiğin ilk adımlarını attığında, maraton koşmuşsun gibi gurur duyduğum, badi badi ördeğim benim diye sevdiğim..
* Çalışmaya dönmem gerekiyordu seni anaokuluna bıraktığım gün, sabah bıraktığım yerden seni öğleden sonra aldığımda inat edip içeri gitmediğini söylediler ağlamışsın habire, yüzün gözün toz içindeydi,  o küçücük yaşında kararlılığından ötürü gurur duyduğum.
* Baktınki bu okul işleri uzun sürecek 3 yaşında sen işe git, ben yalnız yaşarım evde diye özgürlük ve bağımsızlık benim kaderimdir diyenim...
*İlkokula başladığında seni tuvalete göndermeyen eğitmen bozuntusuna inat altına işemene üzülme diye, ben senden çok daha büyüktüm işediğimde altıma diye yalan uydurup, inanıp rahatladın diye sevindirik olduğum.
* Yediğin salatalık turşularını benimle paylaşmamak için üstüne yatıp, bana sadece saplarını layık gördüğünde, benim gibi salak olmayıp hakkını korumayı bileceksin diye mutlu olduğum..
* Havaalanına giderken heyecanını anlamayıp, midemde kelebekmi var acaba diyecek kadar küçük olduğun halde, kıta değiştirme maceramızda gücünden güç alacak kadar güven duyduğum..
* Onca farklılıklara, zorluklara, imkan ve imkansızlıklara rağmen değiştirdiğimiz kıtada küçücük yaşına rağmen gösterdiğin büyük direnç için gurur duyduğum.
* Bu ana kadar her şey iyiydi bundan sonrasına garanti veremem diye başlayan ergenliğin ve burnumdan fitil fitil getirmelerine rağmen, umudumu hiç yitirmediğim..
* Bir meşhur olupta tozunu yutamadığım sahnelere çıkıp, showlarda dans edip şarkılar söylediğinde, kendimi Broadway yıldızının annesi gibi hissedip böbürlendiğim...
*  Babamız olmadan yürüdüğümüz hayat yolunda birbirimize anne, baba, dost, akraba olup bazen tek ve hür, bazen de orman gibi hissedebildiğimiz için gücünü ağaçlardan almış dediğim..
*  Doğaya, dünyadaki bütün canlılara ve özellikle insanlar çok acımasız onlara karşı diye hayvanlara olan düşkünlüğüne, maneviyatına saygı duyduğum..
* Mezuniyet töreninde sanki dünyadaki tek üniversite mezunu senmişsin gibi hissettiğim, her anne benim gibi abartılımı kızım dediğimde dürüstçe sen biraz daha fazlasın desende olsun, öyle hissetmekten vazgeçmediğim iki gözüm...
Büyümüşte adam olmuşta sevgilisiyle aynı evde oturacakmış artık diye yuvadan uçmaya hazır küçüğüm benim, gurur listem uzar gider sonu gelmez bu listenin. Bir annenin evladında görmek istediği bütün güzellikleri bana gösterdiğin için sana çok teşekkür ederim.
Küçüğümsün böcüğümsün, hala salıncaktan süperman gibi uçanımsın, dana gözlüm mor menekşem, erik canavarım, saçları kesilince hala ağlayanım;  içim acır ne kadar büyük olursan ol sen düştüğünde, ama olur da bir gün yine düşersen küçükken düştüğün gibi, nerde olursam olayım "öpimde geçsin" derim ben, sakın unutma annesi olmaktan gururlandığım!

Cumartesi, Mart 28, 2015

Ruhumuzda bahar temizliği yapalım

Hani bi şarkı vardır "Ben her bahar aşık olurum." diye, beni nasıl gaza getirir bilemezsiniz.
Her bahar bu şarkıyla bir coşarım ki, sormayın gitsin!
Aşık olasım gelir, sokaklarda şarkı söyleyesim, olur olmaz yerlerde dans edesim, dağ tepe tırmanasım gelir, herkesi öpesim, sevdiğimi söyleyesim, her şeye gülesim gelir.

 

Hatta Orhan Veli gibi hissedip eve ekmek tuz getirmeyi bile unuturum bu havalarda.
Bu sene bana bir haller oldu ve bahar duygularım yerini bahar temizliği denen şeye bıraktı nedense. Allah allah! coşup taşmam gereken yerde acaba badanamı yapsam diye düşünürken buldum kendimi. Hemen çimdiği bastım kendine gel diye, bir işe yaramadığını görünce eşe dosta bu değişiklik nedendir acep diye sordum -aldığım cevaplar hiç hoşuma gitmedi- ve sonuçta bu edepsiz baharların çok değiştiğine karar verip, kaderimse yaparım temizliğimi ve badanamı otururum mis gibi dedim, dedim ama anarşist ruhum pek kabul etmedi bu durumu.  Bir umut evrenin beni iyi duymadığını düşünüp olanca sesimle ben temizlik değil, aşk istiyorum diye bağırsam da hiçbir sonuç alamadım...

Ruhumun düzenli yapılan şeylere karşı isyankar tavrı yine gösterdi kendini ve ben bu işten kıvırtmanın yollarını aramaya başladım. Eve gelen misafire ikinci çay doldurulacağı zaman "çay içmezsiniz"değilmi diye soran bir kız çocuğuydum ben ne işim olur benim bahar temizliğiyle, temizlik kirlendiği zaman gerekir, baharı kışı olmaz dedim ve kafamda şimşekler çaktı.

Ev temizliği değil de, ruh temizliği yapmaya karar verdim!

İnsanın önce ruhu temiz olsun bana göre gönlü temiz olsun, geri kalanlar zaten halledilecek şeyler. Bu yüzden evimden önce uzun süren kışın etkisinde kalan ruhuma bahar temizliği yapmaya karar verdim. Çok kolay hiçbir masrafı yok, yorgunluk desen hiç yok ve hatta hafifleyip keyifleniyorsunuz valla bu temizlikten sonra. Hele bir de kahyası olursanız o keyfin kuşlar gibi özgürleşiyorsunuz.

İsterseniz bana eşlik edin beraber temizleyelim ruhları.
Büyüklerimiz "birlikten kuvvet doğar" diye boşuna dememişler!

Nasıl yapalım?

Öncelikle bulduğumuz her boşluğa neşe, hoşgörü ve sevgi  ekelim. Güzelce şefkatli bir şekilde büyütelim ve bizi gören insanlar aynı tohumları eksin, çok bol hasat elde edelim.

• Ruhumuzun karanlık kalmış, güneş almamış bölümlerini  havalandıralım ve kenarda köşede sıkışıp kalan öfke, kızgınlık ve nefret gibi duyguları acilen süpürüp yok edelim. Güzelce havalanıp süpürülen o kısımları muhteşem renklere boyayalım.

• Kolay olmuyor unutmak ama, geçmişte yaşadığımız üzüntüleri bahar yağmurlarında öyle bir yıkayalım  ki, hiçbir iz kalmasın. İnatla bugünümüze gelmek isteyen olursa onlarla dost olup daha birçok baharları beraber yaşama şansı verelim ama bir şartla; asla bugünümüze karışmama şartıyla!

• Yararlı olmayan, güzelliğini yitirmiş ve bize  keyif vermeyen, ruhumuzu her fırsatta hırpalayan duyguları siz kim oluyorsunuz da beni böyle hırpalıyorsun diye baharın ellerine verelim, halı döver gibi dövsün onları bahar ve biz hafifleyelim.

• Silkeleyelim farkında olmadan yakamıza yapışmış olumsuz düşünceleri, eleştirileri, haksızlık etmeleri bir güzel silkeleyelim. Oh be! dünya varmış rahatladım bu silkelemekten deyip,  yerine Mevlana'nın 7 öğüdünü yerleştirelim. 

• Yüreğimizin  bütün camlarını açıp havalandıralım iyice, kış mevsiminin griliğine takılı kalmış ve nem kokan duygulardan arındıralım kendimizi. Bir bahar hediyesi verelim kendimize ve bugüne kadar hiç denemediğimiz bir şeyi deneyelim, ya da hiç bilmediğimiz bir şehre gidip yeni başlangıçların keyfini çıkaralım.

•  Eskimiş ama alışkanlık olduğu için vazgeçilemeyen bütün duyguları kuşların kanatlarına takalım alıp uzak diyarlara götürsünler. Yerine,  gagalarında pembe çiçeklerle süslenmiş zarfın içinde hepimize yeni umutlar getirsinler. Gözümüz gönlümüz yeni umutlarla açılsın ve baharın mis kokusuyla kendimizden geçelim.

•   Yürek havalandırıldıktan, renkli boyalarla süslendikten, fazlalıkları çıkarıp tozlarını aldıktan sonra;  sevgiler ekildikten, geçmişle barışıldıktan, yararsızları yok etme görevi kuşlara verildikten  sonra hep bir sonraki bahara ertelediğimiz şeyleri hemen yapmaya başlayalım.

O ne der, bu ne der diye düşünüp ertelediğimiz, bu yaşta olurmu diye yaşamadığımız duygular; gitmek isteyipte gitmediğimiz geziler, sevdiğimiz halde söylemediğimiz insanlar vallahi bizden hesap sorar yaşanmazsa bu bahar.
Hadi sıvayın kolları bu bahar başka bahar!

Cumartesi, Mart 07, 2015

8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü kutlamıyorum

8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü kutlamıyorum çünkü:



* Ülkemdeki kadınlar acımasızca tecavüz edilip, dövülüp öldürülürülüyor ben yapmacik bir şekilde kırmızı bir karanfil verilerek oy kazanmak için kutlanacak kadınlar gününü samimi bulmuyorum.

* Kadınları yaşadıkları ortamdaki tehlikelerden koruyacak, güçlendirecek, eğitecek, erkek egemen bir toplumda eşit hakları verecek bir uygulamaya başlanılmadığı sürece hiç kimsenin sözüne güvenmiyorum. 

* Şiddetin durmasında nasıl katkim olur diye düşüneceği yerde, hemcinsine toplumla beraber haksızlık yapan kadınlar olduğu sürece çok daha fazla işimiz olduğunu düşünüyorum.

* Bu ülkede töreler yüzünden, kadına koyulan yasaklar yüzünden, giysilerinin, medeni durumunun, gece sokağa çıkmasının şiddeti ve tecavüzü haklı çıkarması yüzünden birçok şeye katlanamıyorum.

* Kadınların, kız çocuklarının vücuduna kendileri istiyor diye zorla dokunan erkekler olduğu sürece ve onları haklı çıkarmak için uğraşan politikacılar bizi yönettiği sürece birçok şeyin daha yasal yollardan sapıkça yaşanacağını biliyorum. 

* Kadınlar için mide bulandiran abuk subuk benzetmeler yapılıp, saçma sapan sözler, mesela 'Dişi köpek kuyruğunu sallamazsa, erkek köpek peşinden gitmez.' sözü gibi aşağılayıcı  sözler kullanıldıkça erkeklerin bunlardan cesaret alacağına inanıyorum.

* Bir ailenin kızına, bir çocuğun annesine, birilerinin kızkardeşine, ablasına, teyzesine, halasını vahşice şiddet uygulayıp öldüren erkekler elini kolunu sallayarak gezip, bizimle aynı havayı soluduğu için acı çekiyorum.

Sonuç olarak, her gün gözümüzü vahşi bir kadın cinayetiyle açtığımız, ayrı bir vahşetle kapadığımız çok kötü bir ortamda yaşadığımız ve bunu haketmediğimizi düşündüğüm için, bu ve bundan sonraki senelerde kadınlar gününü kutlamayı düşünmüyorum.



Yazıma nerde ne kadar şiddet gören kadın varsa biran önce kendi kurallarını kendilerinin koyduğu ve mutluluk içinde yaşadıkları bir dünya dileyerek Ece Temelkuran'ın kitabı 'Düğümlere Üfleyen Kadınlar'ın  bir bölümüyle son veriyorum:
" Bir: Asla yapmadığınız bir şey için özür dilemeyin. İki: Kendinizi gereğinden fazla açıklamaya çalışmayın. Üç: Asla başarılarınızı hafife almayın. Dört: Hiçbir zaman lafa 'yanlış düşünüyor olabilirim ama...' diye başlamayın. Beş: İstemediğiniz sorulara asla cevap vermeyin. Altı: Hayır demekten kaçınmayın. Yedinci kuralı ise kendiniz koyacaksınız. Bu her tanrıçanın hakkıdır."







Pazartesi, Şubat 23, 2015

Gittikçe Kötüleşiyormuyuz



Sevgili dostlar son zamanlarda nerdeyse her gün yaşadığımız kabus gibi cinayetlerden inanın  çok mutsuz, üzgün ve huzursuzum. Her gün üst üste öldürülen kızlarımız, genç delikanlılarımız, kadınlarımız, tecavüz edilen çocuklarımız, hayvanlarımız beni perişan ediyor vallahi! Bu tür hasta yaratıklarla aynı ortamda olma düşüncesi bile tüylerimi diken diken ediyor inanın. 
   
Gittikçe kötüleşiyormuyuz yoksa hepmi böyle sevgisiz, vahşi, acımasızdık biz sorgulayıp duruyorum günlerdir. Sanki içimizde uyuyan bir canavar vardı ve birileri dürterek uyandırdı o canavarı, o da bize acı çektirmek için önüne gelene saldırıyor gibi hissediyorum. 

anxiety images ile ilgili görsel sonucu

Sevgili kızımız Özgecan'ın ardından sanki çorap söküğü gibi geldi her şey ve her gün yeni bir cinayete uyanıp, akşam başka birine kapattık gözlerimizi. Ne kadar kötü şartlarda yaşıyoruz bakarmısınız!

Neler oluyor bize ya da neler olmuştu bize diye arpacı kumrusu gibi düşünüp dururken bulduğum ve benim sorun olarak gördüklerimi sizlerle paylaşmak ve fikrinizi almak istiyorum. 
Ben şahsım olarak rahat bir nefes alamıyorum, tıkandım artık her gün duyduklarımdan, önümüz arkamız, sağımız solumuz karanlık ve ben bu karanlıktan hemen uyanıp, 
"BU BİR KABUSTU VE BİTTİ" demek istiyorum.


Toplum olarak:

* Birbirimize ve etrafımızdaki her şeye karşı çok acımasız olduk. Elimize geçirdiğimiz her şeyi yakıp yıkıyoruz, kesip biçiyoruz yok ediyoruz.

Bir arada uyumla yaşamak nedir unuttuk. Birbirimizin sevinçlerini kıskanıp yine birilerinin acıları hakkında  akıl yürütmeye kalkıyoruz.
  
Sürekli bir şikayet halindeyiz, herkesten ve her şeyden yakınıyoruz ama
değiştirmek için hiçbir şey yapmıyoruz. Olur da  birileri cesur davranıp haklarımız için çabalarsa hiç düşünmeden yarı yolda bırakıyoruz.

Sokaklarda yürürken bile her an patlamaya hazır bir bomba gibiyiz, resmen hınç var içimizde birbirimize karşı. Çok haince öfke duyabiliyoruz hiç tanımadığımız birisine sırf bize benzemediği için.

Acayip kibirli davranıyoruz. Kaf dağına çıkmış kibirimizle diğer insanları hep bir küçük görme halindeyiz. Bir dikkat edin allah aşkına, başkasıyla ilgili bir konuşma yaparken olumsuzluk ekleri havada uçmuyormu bir bakın! 

Açgözlü olmuşuz, bir türlü doymuyor gözümüz hep istiyoruz. Sürekli bir alma halindeyiz. Küçüğümüz büyüğümüz gezmeye nereye gidelim desek, cevap alışveriş merkezlerinde gezmek oluyor. Alalım, alalım, her çıkan yeni şeyi alalım ruh halindeyiz.

Her canlının hakkını yiyoruz ama hep bizim hakkımız yeniyormuş gibi söyleniyoruz. Bütün konuşmalar ben, bana, beni diye başlıyor ve bitiyor. Hiç özeleştiri yapmıyoruz, suçla karşındakini bitsin!

Küçücük çocuklarımız evlendiriliyor, kaçırılıp tecavüz ediliyor, öldürülüyor, biz adamakılla bir eylem yapıp ortalığı ayağa kaldırmıyoruz. "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın." halinde yaşayıp gidiyoruz.


Okumuyoruz hakikaten okumuyoruz ve sormuyoruz. Kulaktan dolma her türlü bilgiyle yaşayıp, bir konu açıldığı zaman her şeyi biliyor gibi konuşup karşımızdakine hiç söz hakkı tanımıyoruz.

Hayvanlara karşı yok etme çabamız büyük bir azimle devam ediyor, ne zararları varsa bize bir türlü bulamıyorum ama...

Birçok kadın tecavüz edilerek, yakılarak, bıçaklanarak, işkence edilerek öldürülüyor, nerdeyse zavallıları haksız buluyoruz. Dünyada en kötü durumda olan ülkelerin başında yer alıyoruz tecavüz ve öldürmelerde ama biz hala kadınların giysilerinde takılıp kalıyoruz, olacak iş değil!

Mutlu insan görmeye tahammülümüz yok, gülen insanlara karşı ciddi bir tepki gösteriyoruz. Sokakta biraz neşeli davransa insanlar derhal göz hapsine alıyoruz ve gülmelerini suratlarında donduruyoruz.

Valla sevgili dostlar aramızda sağlam kalanların bile hastalandığı bu zamanlarda akıl sağlığımıza sahip çıkalım ve ne olur sağduyu ile hareket edip bu korkunç zamanları aklın yoluyla bir olup aşalım. 
Gün birlik olma günüdür başka çözüm yolu yok gibi görünüyor bana...

anxiety images ile ilgili görsel sonucu













Salı, Şubat 10, 2015

Organ bağışlamak hakkında kısacık

Televizyon izliyorum; programda bır lise öğrencisi ve annesi konuk. Basketbol oyuncusu olan çocuğun kalp problemi olduğunu ve organ nakli sayesinde eski sağlığına kavuşup tekrar basket oynayacağı için çok mutlu olduğunu izliyorum. Annesi yanında ve mutluluğu yüzünden okunuyor... 




İşte tam bu arada...
Belli başlı sorular sorulup konuşmalar yapıldıktan sonra sunucu kalbi bağışlayan insanı çağırıyor! Orta yaşlı bir anne geliyor gözleri yaş içinde. Kadın kalp nakli yapılan çocuğa sarılıyor ve elini tutarak başlıyor anlatmaya. 15 yaşındaki kızı kanserle savaşını  kaybedip vefat edince annecik kızının organlarını bağışlıyor. Bagışladığı kalp elini tuttuğu çocukta atıyor, allah aşkına nasıl gözleri yaş dolmasın bu annenin... Sunucu, çocuk, çocuğun annesi, stüdyodaki konuklar, 
seyreden ben ve eminim daha birçok kişi ekran başında ağlıyor. 

Kendi kendimle konuşurken buluyorum kendimi, aslında kendi kendimle değil anneyle konuşuyorum: "Nasıl bir yüceliğe sahipsin ki; sen kızının yokluğunu başka birinin varlığına dönüştürüyorsun o acılı halinle, sen nasıl bir örnek modelsin sevgili anne bunu biliyormusun diye!"


Üç gün oldu kafam bu konuda allak bullak olmuş düşünüyorum. Alınmasi zor bir karar, hele ki evladının kaybından sonra alınması hepten zor bir karar. Allah kimseyi evladının acısıyla sınamasın yarabbim. 

Organ bağışlamak ve birinin hayatını  kurtarmak çok olağanüstü bir duygu olsa gerek, hatta düşünmesi bile insanın tüylerini diken diken ediyor. Öldükten sonra organlarının, birine hayat vermesi of of of, of ki ne off...
Kulağa çok güzel geliyor!..

Siz ne düşünüyorsunuz?



Salı, Şubat 03, 2015

Unsuz dünya güzeli

Benim sevgili arkadaşlarım, biliyorsunuz ilginç bazı yemek ya da tatlı tariflerini gördüğüm zaman onu sizinle de paylaşmazsam boğazımdan geçmiyor.

Sebzeci ve meyveci bir insan olduğum halde son sağlık kontrolümde genlerim sağolsun, kolesterolüm yüksek çıktı. Doktorumun ilaca başlama teklifini cabbar bir şekilde reddedip, kim  korkar hain kolesterolden diye düştüğüm google yollarında, unsuz gıda arayışlarımı sürdürürken bu muhteşemle karşılaştım.




Bayıldım ben bu kıza bayıldım, hem besleyici hem de sağlıklı. 

Bu güzelliği size şarkı gibi tanıştıracağım ve rica ediyorum okurken sevdiğiniz bir şarkıyı açın, ruhunuzu mest etsin dinlediğiniz şarkı ve tarifi okumanız bitince dans ederek mutfağa gidin kendi ritminizi tutturmaya.  


Şarkımın adı: Unsuz dünya güzeli

Saz arkadaşları: 3 havuç, 1 su bardağı çiğ badem, 10 adet hurma , (akşamdan ıslatılıyor) 3 yumurta, tarçın, kuru üzüm ve vanilya.

Müziğin ritmi 3 havuç rendelenerek başlıyor, 1 su bardağı bademin rondodan öğütülüp un haline gelmesiyle coşuyor, akşamdan ıslatıldığı için yumuşamış hurmaların katılmasıyla ritmin düştüğünü sanıyorsanız yanılıyorsunuz 3 yumurta hemen dağılan ritmi coşturmak için karışıma katılıyor.

Kuru üzüm ekleniyor ve hep beraber "Kara üzüm habbesi" söylenip halay çekiliyor ve bol tarçın nağmeleriyle bir de vanilya notası eklenip 150 dereceli fırında 40 dakika iyice pişiyor.

Çıktığında hemen kahveler yapılıyor, aşklara telefon ediliyor ve mis gibi dumanı üstünde tüterken tüketiliyor.

Bendenizin cennet kuşunun notu: Evimde epeydir çalmadığım saz arkadaşım kuru incir ve kayısı vardı, onları da kullanacağım haberiniz olsun.

Salı, Ocak 13, 2015

OZGURLUK HEYKELI GEZISI

Amerika Ozgurluk Heykeli'nin gecmisinin Osmanliya baglanan kismini ogrendikten sonra daha once gordugum heykeli bir kez daha farkli bir gozle gormek icin bir hafta once ailecek aydinlik ama bir o kadar da soguk bir gunde dustuk yollara.

Heykel 1860'larin basinda o zamanlar Turk topragi olan Misir'da Suveys Kanali'nin girisine konulmak uzere tasarlaniyor fakat Musluman bir ulkede kadin heykelinin huzursuzluk cikaracagi dusuncesiyle Misir'da istenmedigi icin Paris'te bir depoya kaldiriliyor.


O yillarda Amerika ve Fransa Hukumeti arasinda dostluklarini pekistirmek icin karsilikli hediye alip vermeler devam ederken Fransa dostluklarinin ifadesi olarak 100. kurulus yilini kutlayan Amerika Birlesik Devletleri'ne bir heykel hediye etmeye karar veriyor ve heykel siparisi Frederic
Auguste Barthaldi'ye veriliyor. Elinde daha once Misir'a dusunulen ve nerdeyse hazir olup depoda bekleyen bir heykeli olan heykeltras ellerinde ve yuzunde bazi degisiklikler yaparak heykeli Amerika icin hazir hale getiriyor.


 Birbirine monte edilecek sekilde hazirlanan heykel New York Limani'nda Liberty Adasi'nda (Ozgurluk Adasi) bulunuyor. 350 parcadan olusan heykel  bakir ve celikten yapilmis. 93 metre yuksekliginde, sag elindeki mesalenin  yuksekligi ise 13 metre. Sol elindeki kitabin uzerinde Amerika'nin Bagimsizlik Bildirgesi'nin tarihi olan 4 Temmuz 1776 yaziyor. Heykelin basindaki tacin 7 sivri ucu, 7 kitayi veya 7 denizi simgeliyor. Heykelin icinden 168 basamakla mesaleye ulasiliyor fakat  uzun yillardir icerisi ziyarete kapali. Heykelin basinin genisligi 2 metre, yuksekligi ise taci ile birlikte 5 metredir.


Ozgurluk Heykeli, 1984 yilindan beri UNESCO Dunya Kultur Mirasi Listesi'ndedir.

Pazartesi, Ocak 12, 2015

Kardeş ne demek



Benim için kardeş demek:

1) Aynı evi kullanmanın keyfini anne karnındayken sürmeye başlamak, yemeğini paylaşmayı orda öğrenmek demek.

2) Küçüksen korunmak, büyüksen  mecbursun koruyacaksın demektir kardeş demek. 

3) Küçükken kıskandığındır kardeş demek.

4) Ebeveynlerin yoksa eğer, bazen anne bazen de baba demektir. 

5) Büyük kardeşlerin işledikleri suçun, küçük olduğun için azarlanmazsın diye anneyle babayla muhatap olma halidir kardeş demek.

Pazar, Ocak 04, 2015

Dervis kasiklari...

Basucu kitaplarim vardir benim zaman zaman rehberliklerine ihtiyac duydugum, okumaktan hic bikmadigim, gonul patikamin isiklari azaldiginda yolumu aydinlatanlarim vardir kilavuzlarim. Onlardan birkac tane cok begendigim oykuyu sizlerle paylasmistim daha once...
Bu aralar yine sevgi konusunda niye boyle eksigiz, basaramiyoruz dogru duzgun sevmeyi diye dusunurken, basucumdakiler imdadima yetisti! Yine kafamdaki karanlikta kalan bolumleri aydinlatan,yine beni mest edenlerden birini sindire sindire defalarca okuyup, oh be! deyince yok olmaz paylasmaliyim bunu da dedim. 
Sarsiyor beni her okudugumda, cok etkiliyor. Umarim sizde begenirsiniz!

Ne guzel bir ders veriyor bilge, dervisin kasiklariyla...

"Sevginin yalnızca sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?" diye sordular bir bilgeye.

Bilge, büyük bir sofra hazırladı ve sevgiyi dillerinden eksik etmemelerine karşın, onu günlük yaşamlarında hiç kimseye göstermeyen kişileri yemeğe çağırdı. Sofrada herkes yerini aldıktan sonra, önlerine birer tas sıcak çorba, sonra da derviş kaşıkları denen, sapları bir metre uzunluğunda özel kaşıklar getirildi. 
Ev sahibi konuklarına bu kaşıkları nasıl tutmaları gerektiğini söyledi: "Herkes kaşığının ucundan tutmak zorundadir." 

Konuklar, uçlarından tuttukları bir metre uzunluktaki kaşıkları güçlükle taslarına daldırıyorlar, fakat kaşıklarına çorba doldurup, ağızlarına götüremiyorlardı. Ağızlarına bir kaşık çorba koyabilmeyi beceremeyen konuklar, yemekten sonra kalktıklarında, karınlarını doyuramamışlar, kaşıklarından dökülen çorbalarla da sofranın üstünü kirletmişlerdi.

Bilge, bir gün sonra ikinci bir yemek daveti verdi. Bu kez, sevgiyi gerçekten bilen ve her gün sevgiyle yaşayan kişileri çağırdı. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgiyle gülümseyen pırıl pırıl kişiler geldiler ve bu kez onlar yerlerini aldılar, sofrada. Önlerine birer tas sıcak çorba ve sapları bir metre uzunluktaki derviş kaşıkları getirildi. Onlara da kaşıkları ancak saplarının uçlarından tutabilecekleri kuralı söylendi. 

Ev sahibi bilgenin "Buyurun, afiyet olsun" sözünden sonra sofradaki herkes, önündeki kaşığı, sapının ucundan tuttu ve... 
Herkes kaşığını, karşısındaki kişinin tasına daldırıp, kaşığına aldığı çorbayı, karşısındaki kişinin ağzına uzattı. Bu yöntemle herkes karnını doyurabildi. Konuklar sofradan kalktıklarında ise, sofranın üstünde, dökülmüş tek damla çorba yoktu.

Sevginin yalnızca sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır sorusunu soranlara bu uygulamayla yanıt verdikten sonra bilge, bir de öğütte bulundu:

İşte, dedi. "Kim ki yaşam sofrasında yalnızca kendini görür ve yalnızca kendini doyurmayı düşünürse, o kişi aç kalacağını da bilmelidir. Ve kim ki başkalarıni da düşünür ve onlari doyurmaya calisirsa bir baska kisi tarafindan o da kesinlikle doyurulacaktır. Çünkü yaşam denen bu pazarda alan değil, veren kazançlıdır her zaman..."   
William Gapeynski